30 Kasım 2014 Pazar

SAHİLDE DÜŞÜNÜRKEN


Bir yolculuktaydım sanki. Pencere yanını özellikle isteyip saatlerce camdan karanlığı seyretme isteği içinde. Etrafımda ayakkabılarını ve hatta çoraplarını çıkarmış umarsız teyzeler ve amcalar. Ve gürültü. Asla dinlenilmeyecek saçma sapan bir gürültü. Kendileri de bilmiyorlar ne konuştuklarını. Bir garsonun hesabı getirmesiyle sonuçlanmalı bu kuru kalabalık. Ya da ben bu dünyadan çekip çıkarmalıyım kendimi…
Bazen insan başka bir yerdedir ama kendini bambaşka bir yerde hisseder. Oralara gitmiş kadar olur. Gitmiş kadar sevinir ya da nefret eder. İşte öyle bir andayım. Bir sahilde, ufak bir çay bahçesinde oturmaktayım. Nane limon içiyorum. Kurtulamadığım bir gerginlik sarmış bütün vücudumu. Sahil ve çay atamıyor bunu üzerimden. Kendimi sahile bırakıyorum…
Korkuyorum. Korkum kendimden; yapacağım deyip yapamadıklarımdan… Kendimi kandırmaya dayanamıyorum. Bu aşağılık ve eziklik katsayımı arttırıyor. Acı duyuyorum. İçten içe yıpratıyorum kendimi. Ağlıyorum. İnsan neden yapamayacağı şeyleri yaparım diye haykırır ki?
Bilmiyorum aslında. Hiçbir bok bilmiyorum. Bu yüzden her gün yeni şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Öğrenirken de kasıyorum galiba kendimi.Başlangıç sorununa ulaştım galiba. Kasıntı değil kasılmak. Kasıntı çokbilmişlik, kasılma bildiğini veya yapacağını ispatlamak için kendini şartlandırma demek. Rahatlamak istiyorum aslında. Severek bilmek, bilerek sevmek için…
Sonra motorlu bir sandal geçiyor önümden. Galiba balık tutmaya gidiyor. Ah keşke onun kadar şanslı olabilseydim. Tek amacım; balık yakalama uğraşı olsaydı…

YAZ ve LOVE


Elmalar daha olgunlaşmamıştı. Ceviz kargaların hışmına uğramamıştı. Karafatmalar evlerde cirit atıyordu. Kediler analarının karnından yavaşça çıkmaya başlamışlardı. Hala yıldızlar görülebiliyor, güneş ten renginizi değiştirebiliyordu. Mevsimlerden yaz aylardan temmuzdu. Aşk kokuyordu dört bir taraf. Çığlıklar yükseliyordu arşa. Yataklar gece gündüz ter kokuyordu. Yastığın rengi değişmişti, battaniyenin ipliği sökülmüştü. Tenler yorgunluğu unutmuştu. Ölüm çoktan unutulmuştu…

28 Kasım 2014 Cuma

NEDEN ÇALIŞMASI



Neden diye sordum kendime. Sonra aradım neden böyle olduğunu. Uzun uzun sıralandı nedenler. Bir sürü neden arasında neden olduğunu bir türlü bulamadım. Nedensiz bir endişe kapladı içimi. Yine nedensizce saçımı dağıtan rüzgara küfrettim. Nedensizce sigara içtim. Nedense, birden, içime bir kurt düştü. Neden onunlar konuşmuyorum diye. Nedenini bilemediğim bir şekilde cevap veremediğim bir soruydu bu. Kurnazca bir neden bulup ona yanaşabilirdim. Saçlarını neden sarının bir ton koyusuna çevirdiğini sorabilirdim mesala. Ya da ona neden sigara içtiğini sorabilir, bence sigara içmenin bir nedeni olamayacağını söyleyebilirdim de…
Yapmadım. Yapamayacağım belki de. Şizofren bir sancı var böğrümde. Nedensiz. Nedenini tahmin edebiliyorum aslında. Nedeni kiraz. Nedeni çok kiraz. Gökyüzü, yeşil bunun nedeni. Aşk değil neden. Saflık olabilir belki. Belki de aptallıktı neden. Güzel bir rüyadan uyanmama isteği de olabilir aslında…
Ya da edebiyat…

24 Kasım 2014 Pazartesi

ANI YAŞAMAK


Zaman sancısı… Yetiştirememe korkusu. Hayat bunlarla bir çıkmaz sokağa girip ele geçiriyor zamanı yok etmeye çalışan kaderciler tarafından… Zaman kısalıyor, dibimizde bitiş ümitsizlikleri. Ölüm unutulmuş bir anı. Bize uğramayacağını sandığımız garip bir sakallı…
Düşünmek bile yasak bu buhranlarda. Acı. Gözyaşı haram, rahatlamak bulutlu. Aşk temel kural; sizi pasifleştiren bir din. Gerçek; sürekli aranması ertelenen bir arkadaş…
Aslında her şeye zaman var. Gökyüzü diye bir şey var çünkü; nefes alıp mavi gökyüzünün içindeki beyaz bulutların içinde hülyalar görebildiğimiz. Her şey anlıktır, an mucizedir, değerlidir. Mutlu olabileceğimiz tek gerçekliktir. Sigaranı keyifle içebilmek, biranı yemek borunda yağ gibi yüzdürmektir…
Belki de an ağlamaktır tek başına. Arabesk bir şarkıyı dinlerken yapmaktır bunu. Başka anlarda saçma bulduğun şarkılar, şimdi gerçekliğin kutsallığına bürünmüşlerdir. Üzüldükçe sevinirsin, ağladıkça boşalırsın…
Töreye ve kadere inanan ve sıkı sıkıya bağlanan saf bir adamın çektiği acılara son vermektir şimdiki zaman. An. Ve hep gözünün içinin gülmesidir…

22 Kasım 2014 Cumartesi

GECE BİTERKEN

 

Ruh yorgunluğuyla gecenin bitmesini beklemekteyim. Bedenim yarım saat sonra gelecek olan günün heyecanını taşımıyor. Bu halleri uzun zamandır yazamayışıma borçluyum herhalde. Günün ortasında üzerinize çöken bir karabasan etkisi. Siesta yapamamanın üzüntüsü. Tatlı rüyalara ulaşamamanın kırgınlığı.

Yeni aldığım bu ufak defter yüzüme teker teker vurup gösterdi gerçek vicdan azabını. Kolu bacağı olmayan bir dilenciye cebinizde para olmadığı için verememek değilmiş vicdan azabı; yazamamakmış.

Şimdi yazıyorum. Kalemi kağıdı yaşıyorum. Tıraşlı yüzüme sol elim dayalıyken, sağ elim kağıda hükmetmeye çalışıyor. Bunu becerip beceremediğimi bilemiyorum. Ama vicdan azabımı yerle bir ettiğimi biliyorum. 

Gece beni içine çekiyor. Erken uyanmanın uykusuzluğu eşliğinde yapıyor bunu. Gözlerim yarı açık, dilimi ağzının içinde hayal ederken dünyayı kurtarıyorum. Rüyalar ve kabuslarla dolu geceye yatağın içine girerek dalıyorum... 

Bu blogta yer alan yazılar üzerindeki 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu altında düzenlenen tüm maddi ve manevi haklar eser sahibi olan Ahmet Kaya'ya aittir. Söz konusu içerikler eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, işlenemez, değiştirilemez veya başka internet sitelerinde ya da basılı veya görsel yayın yapan diğer mecralarda yayınlanamaz.